19 Kasım 2007 Pazartesi

| “Kuran Mekke’de indi, Kahire’de okundu, İstanbul’da ise yazıldı.”

BİRKAÇ AY ÖNCE, GRAFİK TASARIM DERGİSİNDEKİ SAYFAMDA “ALFABE, GRAFİK TASARIM VE TİPOGRAFİ” KONUSUNDA BİR YAZI KALEME ALMA HAZIRLIĞI İÇİNDEYKEN “ÜNİVERSİTELER ARASI ÖĞRETİM ELEMANI DEĞİŞİM PROGRAMI” ÇERÇEVESİNDE ÇİN HALK CUMHURİYETİ ANQING EĞİTİM ÜNİVERSİTESİ’NDE GEÇEN YIL DERS VEREN, DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ GÜZEL SANATLAR FAKÜLTESİ ÖĞRETİM ELEMANI ADEM DÖNMEZ’DEN ALDIĞIM BİR İLETİ ÜZERİNE BUNDAN VAZGEÇMİŞTİM.
ÜLKEMİZDE HENÜZ KONUYU TARTIŞMA OLGUNLUĞUNA ULAŞIP ULAŞMADIĞIMIZ HUSUSUNDA TEREDDÜTLER YAŞARKEN, AYNI ZAMANDA DERGİMİZ YAZARLARINDAN OLAN ADEM DÖNMEZ’İN DÜŞÜNCELERİYLE BİRÇOK YÖNDEN BENZER GÖRÜŞLERİ PAYLAŞTIĞIMI FARKEDİNCE SORUNUN DAHA DERİNLEMESİNE VE ÇOK KATILIMLI OLARAK TARTIŞILMASI GEREKTİĞİ KANAATİNE VARDIM. GRAFİK TASARIM’IN YAYIN YÖNETMENİ ÖMER DURMAZ’LA KONUNUN ÖZEL BİR SAYI YAPMAYA DEĞECEK DERİNLİKTE OLDUĞU FİKRİNDE ANLAŞMIŞTIK. İLHAN BİLGE HOCA, ÖZEL SAYI İÇİN BELKİ KOLLARI SIVAMIŞ, BELKİ DE BAŞKA BAHARA BIRAKMIŞTIR. AMA BEN, ADEM DÖNMEZ’İN İLETİSİNİ VE BENİM TUTTUĞUM NOTLARI GRAFİK TASARIM’IN HAZİRAN 2007 SAYISINDA YAYINLAYARAK İLK ATEŞİ YAKMIŞTIM. GERİSİNİ İLHAN HOCA DÜŞÜNSÜN:)

Öncelikle, Dumlupınar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Elemanı Adem Dönmez’in iletisinin ilgili bölümlerini okuyalım:

“Türkiye’de grafik tasarımda en büyük ve temel problemin tipografi olduğunu düşünüyorum. Üniversite yıllarından bu yana hissetiğim bir problem bu... Problemin temelinde aslında kendimize ait bir yazının olmamaması yatıyor belki de. Bu konuyu açtığınızda birçok insan tarafından basitçe Harf Devrimi’ne karşı olmakla suçlanarak ortada kalabiliyosunuz. Ben ise soruna grafik ve tipografi ilişkisi açısından bakıyorum.
Türkler Orta Asya’da Orhun Kitabeleri’nde görülen bir harf sistemi kullanıyordu zaten... Bu harf sistemini günümüze kadar taşıyabilseydik, belki de Çin harfleri, Latin harfleri ve Arap harfleri gibi dünyada kendine özgü yapısıyla bir yeri olan, bizim de kendi dil seslerimize uygun bir harf karakterimiz olurdu. Örneklerini verdiğim harf karakterleri iyi incelendiğinde; Arap harflerinin temelinde çöldeki kumların izlerini, Çin harflerinde Çin doğasını, pirinç tarlasında çalışan bir insanı ve Çin mimarsini bile görebilirsiniz. Latin harflerinde Batı’nın sistemini çok rahat algılayabilirsiniz. Ben kendi harflerimiz olamamasından dolayı bu duyguları hiçbir zaman kendi yaptığım işlerde hissedemedim. Çok kötü bir duygu benim için...

Bunu, benim hissettiklerimi hisseden Türkiye’deki grafikerler en azından kendilerine itiraf etmeli.
Fakat Türkler İslamiyet’in kabulünden sonra Arap harflerini kullandılar. Cumhuriyet’ten sonra da şu anki Latin harflerini kullanıyoruz. Günümüzde ise sokakta gördüğümüz tabelalarda, bu yazının özellikle çok kötü örneklerini görüyoruz. Atatürk’ün harf devrimini yapmadan önce özellikle Güneş Dil Teorisi ile ilgili yaptırdığı Türkçe dili ve yazı sistemi ile ilgili araştırmaları olduğunu hepimiz biliyoruz. Fakat Atatürk’ün, büyük bir öngörüyle Batı’nın bugün geleceği medeniyet düzeyini görüp bizim de o dünyadan kopmadan adapte olmamız için Latin harflerini uygun gördüğünü düşünüyorum...

Bu satten sonra yapılacak bir şey yok. Onun için belki yıllar alacak bir süreçte bu harfleri özümseyerek kullanabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü bunun bir örneği Arap harflerinde yaşanmıştır. Müslümanlıktan sonraki dönemde, özellikle Osmanlı’da Arap harfleri çok yüksek düzeyde sanat olarak çini, tezhip, ahşap ve mermer üzerine işlenmiştir. Günümüzdeki harf karakteri anlayışına çok yakın sayılabilecek yazı üslupları geliştirilmiştir.


Gelecekten umutsuz değilim.”

Adem Dönmez’in iletisinin içeriği bu kadar. “Ben kendi harflerimiz olamamasından dolayı bu duyguları hiçbir zaman kendi yaptığım işlerde hissedemedim. Çok kötü bir duygu benim için... Bunu, benim hissettiklerimi hisseden Türkiye’deki grafikerler en azından kendilerine itiraf etmeli.” şeklindeki iç yakıcı ifade sizin de içinizi yaktıysa aşağıdaki notlarımı okuyabilirsiniz:
1.
Bir toplum için alfabe değişikliği ciddi bir kırılma noktası olmakla birlikte, bu konudaki tartışmanın çok yönlü ve çok boyutlu yapılması gerekir. Bizim burada yapabileceğimiz şey, tipografi ve grafik tasarım açısından bazı sorular sormak ve bazı hususları hatırlatmaktan ibaret olacaktır. Zamanında yazıyı bir duvar süsü olacak kadar yetkinleştirenlerin, maalesef Latin alfabesiyle her alanda pespayelikler, çirkinlikler üretmeleri gerçekten üzüntü vericidir. Tipografi ve grafik tasarım noktasında yaşanan arz sorunu, daha da önemlisi talep noksanlığının temelinde yatan en önemli etmen yeni alfabemizin henüz içselleştirilememiş olmasıdır.
2.
Alfabe değişikliğiyle ilgili olarak benim de bazı rezevlerim olmuştur. İnsanın, eski bir çeşmenin üstündeki yazıları okuyamıyor olması gerçekten de hazin bir durumdur, ama benim kaygılarımın odaklandığı ağırlıklı nokta, toplumsal ölçütlerin kaybolup gitmesinden dolayı yazının ve grafik sanatının yeterli değer görmemesini oluşturan nedenlere kafa takmaktı. Fakat birkaç yıl önce Japonya’ya yaptığım bir seyahatle ciddi bir şekilde kafam başka türlü karıştı. Geleneksel değerlerini koruyarak modernleştiği söylenen Japonya’da neredeyse ulusal alfabe ile Latin alfabesi her yerde kol kola görünüyordu. Tam bir keşmekeş yani. Geleneklerine bağlı ve daha tutucu bir karaktere sahip olduğunu düşündüğümüz Japonya’da ortaya çıkan durumun, eğer alfabemizi değiştirmemiş olsaydık bizdeki yansımasını hayal edebiliyorum. Siz de edersiniz. Bu bakımdan belki de Türk harf devrimini her şeye rağmen Atatürk’ün bir uzgörüsü olarak kabul etmek mümkündür. Ancak yine de her baskın uygarlık dairesinin etki alanı içine girdiğimizde yeni bir alfabe tercihinde bulunmak, yarın Çin kültürünün egemen bir unsur olması halinde başımıza yeni dertler açılabileceği anlamına gelmektedir.
3.
Bu arada, eski alfabeyi geri istemek de benzer yanlışları tekrarlamaya cüret etmekle eşanlamlıdır. Hele hele naif savunmalar, kaba saldırılarla hiçbir yere varmamız mümkün değildir.
4.
Alfabe konusuna ne ölçüde saf bir zihinle bakabildiğimizi tekrar test edelim bence. Bu devrimin arkasında Atatürk’ün olması onu kutsallaştırmamalı... Arap alfabesinin arkasında Allah’ın olduğunu düşünmek gibi bir şey olur bu... Oysa Arap alfabesinin kökeni de Finike. Kökeni itibariyle Finikeli tacirlerin Arap yarımadasına taşıdıkları bir alfabe yani. Kuran’ın orijinalinin Arapça olması ve bu alfabeyle yazılması müminlerin gözünde ona bir imtiyaz sağlıyorsa da, bu durum, Arap alfabesinin gökten indiği anlamına gelmiyor. Yani bu tartışmayı yaparken her iki görüş sahiplerinin de inanç ve bağlılıklarını bir süre için parantez içine almaları şarttır. Eskiye körü körüne düşman, yeniye de körü körüne dost olmamak için serinkanlılığı önemsiyor ve kutsallaştırmalardan kendimizi uzak tutmayı tavsiye ediyorum.
5.
Türkler olarak 5. yüzyıldan itibaren kullandığımız alfabe sayısı 10’u geçiyor. Yani 1500 yıl boyunca 10 küsur alfabe... Bazılarını sayayım: Göktürk, Tibet, Çin, İbrani, Brahmi, Uygur, Arap... Türk harf devrimine yönelik olarak, madem alfabe değiştirecektik, niye eski Türk alfabelerinden birini tercih etmedik diye bir eleştiri getirilir. Oysa Göktürk ve Uygur alfabeleri de dahil olmak üzere Türkler’in kullandığı tüm alfabelerin kökeni maalesef yabancı.
6.
Toplumların alfabe değiştirmelerine etki eden nedenleri üç ana maddede topluyoruz: (a) Başka ulusların esaretine girmek sonucu oluşan yeni sosyal durum, (b) Din değiştirme, (c) Kültür ve medeniyet değiştirme.
7.
Matbaa gibi yeni teknolojilerin hayatımıza girmesi, yazılı külliyatın çoğalması gibi etmenlerin alfabenin sorunlarını gündeme getirmesi kaçınılmazdı. Nitekim Cumhuriyet’e gelene kadar bunlar uzun yıllar tartışıldı. Çeşitli öneriler ortaya atıldı. Latin alfabesini önerenler de vardı taraflar arasında, ancak azınlıktaydılar. Daha çok yeni düzenlemeler yapılması gerektiği üzerinde yoğunlaşılmıştı. Her dilde olabilecek türden tartışmalar yani. Moderleşme hareketleri içinde alfabeyle ilgili sorunun giderilmesi de kaçınılmazdı. Görüşlerden biri de tercih edilmiş ve Latin alfabesine geçilmiştir.
8.
Arap alfabesinin sesli harfleri içermemesi, özellikle kutsal metinlerin doğru okunabilmesi konusunda sorun oluşturması karşısında bir ‘harekeleme’ yöntemiyle Arapça’da da çözüm geliştirilmişti. Türkçe’de de bu sistem özellikle Mevlit gibi halkın okuduğu metinlerde uygulanmıştır. Ancak yazmayı uzattığı için birçok metinde kullanılmamıştır.
9.
Eski alfabenin önemli sorunlarından biri, Arapça ve Farsça’dan giren kelimelerin Türk fonetiğine uygun halde yazılmamasıydı. Bunun sebebi ise alfabe benzerliğiydi. Bugün “fax”, “brief”, “center” ve benzeri kelimelerde başımıza geldiği gibi. Sebep, yine alfabe benzerliği... Bir tekerrür!
10.
Dünyada özellikle İngilizce’nin ve Latin alfabesinin etkinliği ciddi bir baskı unsurudur. Bu nedenle bugün Latin alfabesini kullanıyor olmamız pratik sonuçları açısından ciddi kolaylıklar sağlamaktadır. Buna ne diyebiliriz?
11.
Hatta, artık Latin alfabesinin bir Türk alfabesi olarak içselleştirilmesi ve özellikle tipografik özgünleştirmeler konusunda aktif olunması gerektiğini düşünüyorum. Köksüzlük nedeniyle pespayelik alıp başını gitti çünkü. Bunun halk tarafından üretilen örneklerine daha bir dikkatle bakmanızı öneririm. Kapısında “Şen Bakkal” yazanları kastetmiyorum sadece, internette biraz dolaşın yeter. Bunu da bırakın, malzemenin bu topluma ait olmadığını birçok profesyonel ürünler bile kanıtlar nitelikte maalesef! İşte bunlar da canımı sıkıyor ve grafik tasarımcıların konuyu kökten ele almalarının ciddi bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum.
12.
Kısacası, Arap alfabesinden vazgeçilmemesi gerektiğini düşünenler hiç üzülmesin; çünkü Japonya, Lübnan, Fas gibi birçok ülkede yaşanan ucube karmaşadan kendimizi kurtarabileceğimizi hiç düşünemiyorum. Latin alfabesini hararetle savunup bunu çağdaşlığın bir ölçütü olarak görenler de sevinmesin; çünkü yaşanan pespayelik ortada...
13.
Zaten alfabelerin doğuşlarını, kültürden kültüre, coğrafyadan coğrafyaya yaşadıkları binlerce yıllık tarihsel serüvenlerini göz önüne getirirsek onlara ‘çağdaş’ veya ‘gerici’ sıfatlarını eklemenin ne kadar sığ bir yaklaşım olduğu anlaşılır.
14.
Şu anda yapılacak en önemli şey, yukarıdaki görüşlerin sahibi akademisyen arkadaşımız gibi sorunun bilincinde olmak ve bunu “itiraf” edebilmektir. Çünkü sorunu görmezsek çözmek, yeni alfabemizi içselleştirmek, güzel örnekler vermek, hele hele yazı bilinci ve estetiğini toplumun tamamına yaymak yolunda bir adım bile atamayız. Bu çirkinliklerle birlikte ömür tüketiriz.

Eski alfabemiz Arap kökenliydi, şimdi ise Latin kökenli... Osmanlı döneminde yazıda öylesine bir yetkinliğe ulaşılmış ki “Kuran Mekke’de indi, Kahire’de okundu, İstanbul’da ise yazıldı.” denirmiş. Arap alfabesini bu ölçüde içselleştirip bir sanat dalı (hat) haline getirdiysek, bunu neden Latin alfabesi için yapmayalım?

Hadi!

İLGİLİ YAZILAR:
| Yazı, Macintosh’unuzun (ya da PC, her neyse) insafına ve kabiliyetine bırakılmayacak kadar önemli bir konudur!
| “Japonlar yazılarını nasıl okuyorlar?” demeyin, biz de aynen onlar gibi okuyoruz.