17 Ocak 2011 Pazartesi

| Dil göstergesinin görece nedensizliği ve yeni sözcükler...

Gennaration gazetesinin bu ayki manşet konusu “Marka ismi” olarak belirlenmişti. Bu sayıdaki köşemde daha önce The Brand Age’de yayımlanmış olan “Bağlam etkisine ihtiyaç duymayan marka ismi” başlıklı bir yazım yer aldı. Aslında bu yazı bir serinin parçasıydı. Hem The Brand Age’de hem de burada konuyla ilgili başka yazdıklarım da olmuştu. “Kavram, marka ve kitlesel uzlaşım”, “Evrensel nitelikler taşıyan marka isimleri tasarlayabilmek”, “Coca Cola Türkçe bir isim midir?”, “Markanın kaplamı az, içlemi çok olmalıdır”, “Maymuncuk!” ve “Marka ismi olmadan markalaşma mucizesi!..” başlıklı yazılar bunlardan birkaçı...


Gennaration’da tekraren yayımlanan yazımda şunları yazmıştım: “Nesneler, olaylar ya da olgularla ilgili kavramların nasıl ses imgesine dönüştürüldüğü, yani nasıl isimlendirildiğiyle ilgili bilgiler bizim için önem taşımaktadır. Yine bir örnekle tekrarlayacak olursak, evrendeki ‘elma’ gerçekliğinin öncelikle zihinsel bir tasavvura, zihnimizde yer alan bir kavrama dönüşmesi, sonra da bu kavramın bir ses imgesiyle kodlanması, daha açık ifadeyle zihnimizdeki ‘elma’ kavramının, ‘elma’ ismiyle ifade edilmesi bu sürecin ilk iki adımını oluşturur. (...) İlk başta, önce nesnel gerçeklik olarak ‘elma’, sonra da kavram olarak ‘elma’ vardır. İsimlendirme ise bunun arkasından gelir. Belli bir dil topluluğu içinde ‘elma’ kavramına bir isim aranır ve bulunur: Elma. Dilbilimcilerin iddialarına göre ‘elma’ya niye ‘elma’ dendiğiyle ilgili ise bir nedenlilik ilişkisi yoktur. Bizim için de, ‘elma’ya niye ‘elma’ dendiğinden daha önemlisi ‘elma’ya ‘elma’ denmesi konusunda sağlanan kitlesel uzlaşımdır. Sürecin en kritik noktası burasıdır. Eğer bir uzlaşım söz konusu olmazsa ‘elma’ sözcüğünün de dil kodları arasında yer alma imkanı yoktur.”

Aslında konuyu sadece marka isimlendirmeyle sınırlandırmak doğru olmaz; mesela icatlar gibi yeni bir nesnel gerçekliğin yaratılmasıyla birlikte yeni bir kavrama dönüşen isimsiz her şeye yeni bir isim verirken ya da TDK’nın yapmaya çalıştığı gibi yabancı sözcüklere karşı yeni sözcükler önerirken dildeki bu “nedensizlik ilkesi”ni göz ardı etmememiz gerektiğine inanıyorum.

Göstergebilimin kurucusu ünlü dilbilimci Ferdinand de Saussure şöyle der: “Diyebiliriz ki göstergelerin her bakımdan nedensiz olanları göstergesel yöntemin ülküsünü öbürlerinden daha iyi gerçekleştirir.” (Ferdinand de Saussure, Genel Dilbilim Dersleri, Çev. Berke Vardar, Multilingual, İstanbul, 1998)

Dil göstergesinin nedensizliği konusunu Saussure’den bir kez daha okuyarak üstünden geçelim: “Göstereni gösterilenle birleştiren bağ nedensizdir. Göstergeyi, bir gösterenin bir gösterilenle birleşmesinden doğan bütün olarak gördüğümüzden daha yalın olarak şöyle de diyebiliriz: Dil göstergesi nedensizdir. Örneğin, ‘kardeş’ kavramının, kendisine gösterenlik yapan k-a-r-d-e-ş ses dizilişiyle hiçbir bağıntısı yoktur. Başka herhangi bir diziliş de onu aynı oranda gösterebilir. Diller arasındaki ayrılıklar, doğrudan doğruya da değişik dillerin varlığı bunu kanıtlar: ‘Öküz’ gösterileninin göstereni sınırın bir yanında (Fransa) b-ö-f (boeuf), bir yanında ise (Almanya) o-k-s (Ochs).” (...) Dil göstergesini, daha doğrusu bizim gösteren diye adlandırdığımız öğeyi belirtmek için simge sözcüğü kullanılmıştır. Doğrudan doğruya birinci ilkemizden ötürü bu terimin benimsenmesini sakıncalı buluyoruz. Simgenin özelliği hiçbir zaman tümüyle nedensiz olmamasıdır. Simge boş değildir; onun göstereniyle gösterileni arasında doğal bir bağ izine rastlanır. Tüzenin simgesi olan terazinin yerini başka herhangi bir şey, örneğin bir araba alamaz.” (a.g.e.)

Şimdi, bu da bir devam yazısı... Marka ismi yaratıcılarının, yeni teknolojilere ve yeni kavramlara isim arayanların, hatta TDK’nın elini biraz olsun rahatlatacak yeni bir açılım sağlayalım. Şöyle: Saussure, nedensizlik ilkesini salt nedensizlik ve görece nedensizlik şeklinde iki kategoride inceler. Nedensizlik ilkesini aklımızdan çıkarmamak kaydıyla sözcük üretirken elimizi rahatlatacak şey görece nedensizliktir.

Yine Saussure’e başvuralım: “Göstergenin nedensizliğine ilişkin temel ilke her dilde kesinkes nedensiz, daha açık bir deyişle nedeni olmayan göstergelerle görece nedensizlik taşıyan göstergeleri birbirinden ayırmamızı önlemez. Göstergelerin ancak bir bölümü salt nedensizdir; öbür göstergelerde, nedensizliği ortadan kaldırmamakla birlikte, onda dereceler ayırt etmemizi sağlayan bir olgu işe karışır: Gösterge görece olarak nedenlilik taşıyabilir. Örneğin yirmi nedensizdir, ama on dokuz aynı oranda nedensiz değildir, çünkü oluşturucularını ve ilişki kurduğu daha başka birimleri anımsatır. Örneğin on, dokuz, yirmi dokuz, on sekiz vb. Ayrı ayrı ele alındıklarında, on ve dokuz ile yirmi aynı durumdadır. Ama on dokuz görece bir nedenlilik sunar. Fransızca’nın yalın poire “armut” sözcüğünü çağrıştıran ve –ier soneki, cerisier “kiraz ağacı”, pommier “elma ağacı”, vb.ni düşündüren poirier “armut ağacı” sözcüğü için de durum aynıdır; oysa frêne “dişbudak”, chêne “meşe”, vb. için hiç de böyle değildir.” (a.g.e.)

Konu önemli, çünkü yine Saussure’ün dediği gibi, dil göstergesi bir kez dil topluluğu içinde uzlaşıma girdi mi, onu söküp atmak imkansız gibi bir şeydir. Yanlış konulmuş marka isimlerini bir türlü düzeltememenin, yabancı sözcüklere karşı TDK’nın arkadan gelen geç kalmış çabalarının büyük ölçüde başarısızlığa uğramasının nedeni de budur.