2 Nisan 2014 Çarşamba

| Bir mini bardan çıkan “yazı”!

Bu yazıyı Azerbaycan’ın başkenti Bakü’de, bir otel odasında yazıyorum. Otelin logosundan başlayarak tanıtım broşürüne, mini bar listesinden oda servisi menüsüne, telefon ve TV enformasyon kartlarından bildiğiniz diğer otel evraklarına kadar birçok “yazılı” ve basılı materyale şöyle bir göz atınca aklıma yıllar önce bu sayfalarda yer alan “Kuran Mekke’de indi, Kahire’de okundu, İstanbul’da ise yazıldı.” başlıklı bir yazım geldi.




O yazıda, Dumlupınar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Öğretim Elemanı Adem Dönmez’den aldığım uzunca bir mesaja yer vermiştim; buraya da kısa bir bölümünü alıyorum:

“Türkiye’de grafik tasarımda en büyük ve temel problemin tipografi olduğunu düşünüyorum. Üniversite yıllarından bu yana hissetiğim bir problem bu... Problemin temelinde aslında kendimize ait bir yazının olmamaması yatıyor belki de. Bu konuyu açtığınızda birçok insan tarafından basitçe Harf Devrimi’ne karşı olmakla suçlanarak ortada kalabiliyosunuz. Ben ise soruna grafik ve tipografi ilişkisi açısından bakıyorum. (...) Bu satten sonra yapılacak bir şey yok. Onun için belki yıllar alacak bir süreçte bu harfleri özümseyerek kullanabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü bunun bir örneği Arap harflerinde yaşanmıştır. Müslümanlıktan sonraki dönemde, özellikle Osmanlı’da Arap harfleri çok yüksek düzeyde sanat olarak çini, tezhip, ahşap ve mermer üzerine işlenmiştir. Günümüzdeki harf karakteri anlayışına çok yakın sayılabilecek yazı üslupları geliştirilmiştir. Gelecekten umutsuz değilim.”

Adem Dönmez’in bu görüşleri, belki de Çin Halk Cumhuriyeti Anqing Eğitim Üniversitesi’nde ders verdiği dönemlerde kristalize olmuştu. Ne de olsa Çin için bir “yazı uygarlığı” denir.

Alfabe konusunda Azerbaycan’ın başına gelen de bizden farklı değil, hatta onlarınki daha da karmaşık bir macera... Azerbaycan’da, son seksen yıl içerisinde tam dört defa alfabe değiştirilir. Bizdeki gibi uzun tartışmalar sonunda, 10. yüzyıldan beri kullanılmakta olan Arap esaslı alfabe terk edilir ve 1929 yılında, 19. yüzyıl Azeri aydınlarından Mirza Fetali Ahundov’un geliştirdiği Latin esaslı alfabe kabul edilir. On yıl sonra Sovyetler’in müdahalesiyle Latin esaslı alfabe bırakılır ve Kiril esaslı alfabeye geçilir. 1991’de ise yeniden Latin esaslı alfabeye dönülür. Bu süreçte hem Kiril hem de Latin esaslı alfabeler bazı küçük değişikliklere de uğrar ve Azeri alfabesi bugünkü son şeklini alır.

Toplumların alfabe değiştirmelerine etki eden nedenleri üç ana maddede toplanabilir: (a) Başka ulusların esaretine girmek sonucu oluşan yeni sosyal durum, (b) Din değiştirme, (c) Kültür ve medeniyet değiştirme.

Türklerin M.Ö. V. yüzyıldan bu yana yazı kullandıkları biliniyor. Tarih boyunca Uygur, Mani, Brahmi, Süryani, Arap, Ermeni, İbrani, Got, Slav ve Latin alfabesi gibi çeşitli yazı sistemlerini kullanmışlardır ve bunların tamamı da köken olarak yabancı alfabelerdir.

Goethe’nin, “Bir dilin gücü, yabancı olanı reddetmesinde değil, özümsemesinde görülür.” sözünü belki alfabeler için de kullanmak mümkündür. Konumuz da bu zaten; özümsemek.

Yine Adem Dömez’den bir alıntı yapalım: “Arap harflerinin temelinde çöldeki kumların izlerini, Çin harflerinde Çin doğasını, pirinç tarlasında çalışan bir insanı ve Çin mimarisini bile görebilirsiniz. Latin harflerinde Batı’nın sistemini çok rahat algılayabilirsiniz. Ben kendi harflerimiz olamamasından dolayı bu duyguları hiçbir zaman kendi yaptığım işlerde hissedemedim. Çok kötü bir duygu benim için... (...) Bunu, benim hissettiklerimi hisseden Türkiye’deki grafikerler en azından kendilerine itiraf etmeli. Türkler İslamiyet’in kabulünden sonra Arap harflerini kullandılar. Cumhuriyet’ten sonra da şu anki Latin harflerini kullanıyoruz. Günümüzde ise sokakta gördüğümüz tabelalarda, bu yazının özellikle çok kötü örneklerini görüyoruz. (...) Bu satten sonra yapılacak bir şey yok. Onun için belki yıllar alacak bir süreçte bu harfleri özümseyerek kullanabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü bunun bir örneği Arap harflerinde yaşanmıştır. Müslümanlıktan sonraki dönemde, özellikle Osmanlı’da Arap harfleri çok yüksek düzeyde sanat olarak çini, tezhip, ahşap ve mermer üzerine işlenmiştir. Günümüzdeki harf karakteri anlayışına çok yakın sayılabilecek yazı üslupları geliştirilmiştir.”

Bir mini bar listesinden buralara kadar geldik. Evet, Latin alfabesini yüzyıllar boyu kullanagelen ülkelerin de grafik ve tipografik ürünlerinin tamamı elbette mükemmel değildir, ama onların kötüleri, en azından bir otantik değer taşıyabiliyor, bizdekiler ise pespayeliğe dönüşüyor.

Ben de bu yazıyı, sözünü ettiğim eski yazının son paragrafıyla kapatmak istiyorum: “Eski alfabemiz Arap kökenliydi, şimdi ise Latin kökenli... Osmanlı döneminde yazıda öylesine bir yetkinliğe ulaşılmış ki “Kuran Mekke’de indi, Kahire’de okundu, İstanbul’da ise yazıldı.” denirmiş. Arap alfabesini bu ölçüde içselleştirip bir sanat dalı (hat) haline getirdiysek, bunu neden Latin alfabesi için yapmayalım?”

Grafikerler! Çok çalışmalıyız, çok!

GRAFİK TASARIM’IN MART-NİSAN 2014 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.