10 Ocak 2014 Cuma

| Bir lekenin, iki çizginin, dört noktanın…

The Culture Code (Kültür Kodu) adlı kitabın yazarı Dr. Clotaire Rapaille bir konferans için Türkiye’ye geldiğinde Marketing Türkiye’den Toros Panos’un yaptığı söyleşide kendisine şu soru yöneltilir: “Dijital saatlerin başarısızlığının altında birtakım kodların yattığını söylüyorsunuz. Bu kodların anlamı nedir?”



Dr. Clotaire Rapaille bu soruyu şöyle cevaplar: “Bundan uzun yıllar önce Japon saat markası Seiko tüm teknolojik altyapı gücünü dijital saat imal edebilmek için seferber etmişti. O sıralar yapılan tüm tüketici anketleri de pazarın dijital saatlere hazır olduğunu gösteriyordu. Rasyonel göstergelere ve araştırmalara göre dijital saatler geleneksel klasik saatlere göre hem daha dakik hem de daha az hata yapma olasılığı olan ürünlerdi. Araştırma sonuçları ile birlikte ortaya koyulan atılımı destekleyici tablo sonrasında Seiko, beni anketlerin dilinin doğruluğunu onaylamam için tuttu. Benim bulgularım ise bir saatin akıllı olabilmesi için tüketicinin beynindeki ile uyuşması gerektiği şeklindeydi. Tüketicinin beynindeki zaman kavramı ile ilgili kodlara uyulması gerekiyordu. İnsanların beyninin içinde zaman ve süre birdi ve aynı şeyleri çağrıştırıyordu. İnsanlar güneşten etkileniyordu. Güneşin pozisyonları onlara kalkacakları zamanı veya yemek yiyecekleri zamanı söylüyordu. Eski çağlardan beri de bu böyle süregelmişti. Araştırmalarımın sonuçları insanların süreye dikkat etmeden zamanla kurdukları ilişkinin onları rahatsız ettiğini ortaya çıkardı. Ben bu araştırmanın sonuçlarını Seiko ile paylaştığım sıralarda dijital saat pazarı şimdikinden çok daha küçüktü. Bugün saat pazarına baktığımızda da en çok satılan saat modellerinin klasik akrep ve yelkovanı bulunanlar olduğunu görüyoruz.”

Cevapta bazı çeviri sorunları var mı, emin değilim. Ben buradan, Dr. Rapaille’in, klasik saatlerle güneşin pozisyonları arasında bir ilişki kurduğunu anlıyorum.

Doğrusu, ben de böyle bir ilişkinin kurulabileceğini düşünüyorum. Ama konuya farklı açılımlar getirmemiz de mümkün görünüyor.

Belki dikkatinizi çekmiştir; kataloglarda ve reklam fotoğraflarında saatler hep 10:10’u, yani “onu on geçe”yi gösterir. Bunun nedeni, akrep ve yelkovanın aldığı bu pozisyonun gülen insan yüzünü (smiley) çağrıştırdığı, bu bakımdan da saat fotoğraflarının insanlarda olumlu duygular uyandırdığı şeklinde açıklanır. Ayrıca, yine bu pozisyonundaki akrep ve yelkovanın kucağını açmış bir insanı hatırlattığı da söylenir. Bu pozisyonun saatin markasını paranteze alıyor olması da bir avantajdır.

Ancak, akrep ve yelkovanın yer değiştirmesi, yani saatin 13:50’yi, “ikiye on kala”yı göstermesi halinde de aynı çağrışımların oluşması mümkündür. Öyleyse niye özellikle 10:10.

Acaba bu seçimde, özellikle o zaman diliminin, yani sabah saatlerinin kendine özgü dinginliği, serinliği, o anlardaki zihinsel ve bedensel tazeliğimiz gibi unsurların bir etkisi söz konusu olabilir mi?

Saatin akrep ve yelkovanı, yirmi dört saat boyunca farklı pozisyonlar oluştururlar. Aslında her bir pozisyon, zamanın dilimlerini algı sistemimize gönderen birer görsel kod çizer. Bu görsel kodların, zaman algılamamızı sayısal değerlere göre daha kolay oluşturduklarını söyleyebiliriz. Hatta, dijital bir saatten gördüğümüz veya birine sorarak duyduğumuz sayısal değerleri, belki de anında zihnimizde o zamanın akrep ve yelkovan pozisyonunu gösteren bir imaja çevirerek ikinci bir işlemden geçirmek zorunda kalıyoruz. Çünkü bize o zamanın ruhunu aktaran şey, akrep ve yelkovanın o zamanla ilgili pozisyonunun oluşturduğu görsel koddur.

Hepimiz biliyoruz ki yazı, grafik tasarımın en önemli unsurlarından biridir. Tipografik seçimlerimizi veya kullandığmız renkleri ve bunların ilettiği mesajları bir yana koyacak olursak, yazının işlevi dilsel bir iletişimdir. Yani sözcüklerin ve cümlelerin anlamları ve kod değerleri grafik tasarımın diğer unsurlarının önüne geçebilir. Mesela bir grafik yaratımda “kitap” sözcüğünü hangi karakterle yazdığımız, hangi puntoda kullandığımız, hangi renkle boyadığımız da muhatabına bazı anlamlar iletir, fakat bunların hiçbiri “kitap”taki dilsel anlamın önüne geçme becerisi gösteremez.

Yine akrep ve yelkovana dönecek olursak, sözünü ettiğimiz pozisyonun ilk mesajının, gösterdiği zaman olduğunu söyleyebiliriz. Fakat şunu da kabul edelim ki, durağan bir fotoğraf, bize gerçek zamanla ilgili bir bilgi iletmez, sadece fotoğrafın görüntüyü dondurduğu ânın zamanını bildirebilir. Hatta o bile doğru zaman değildir, çünkü fotoğraf sanatçısının müdahalesiyle kurmaca bir kare yaratıldığının farkındayızdır. Öyleyse, aslında alt mesajlar olarak değerlendirebileceğimiz unsurlar, bu durumda ana mesaja dönüşmektedir.

Bir grafik eserde alt mesajlar olarak yer alan nesneler, olaylar ve olguların kimi zaman ana mesaja dönüşebilme yeteneği taşıdığını, bunların kültür kodlarıyla bağlantılı olduğunu zaman zaman hatırlamamız ve ne kadar zengin bir kodlar denizinde yüzüp de balıklar gibi bunun farkında olmadığımızı bilmemiz önümüze yeni ufuklar açabilir.

Bir grafik tasarımcı; bir lekenin, iki çizginin, dört noktanın ne büyük bir hazine taşıdığını keşfetme çabasını işinin en önemli parçası haline getirebilmelidir.

GRAFİK TASARIM’IN TEMMUZ-AĞUSTOS 2012 TARİHLİ SAYISINDA YAYIMLANMIŞTIR.